''İnsan aklıyla insan ruhunun birleşiminden doğan göksel mekana. O güne dek yapılmış tapınakların en büyüğüne, en genişine, en yükseğine, en aydınlığa, Ayasofya'ya. ''
Son zamanlarda gündemi sıkça meşgul eden bir yapıdan bahsetmek istiyorum bugün. Ekonomik, kültürel, dini ve medeniyetler arası ilişkilerdeki öneminin yanı sıra Ayasofya’nın mimarisini konuşacağız.
Farklı milletlerin ve farklı inanç sahibi inanların dünya mirası olarak gördüğü Ayasofya MS 300’lü yıllardan günümüze kadar gelmiş ve çeşitli statülerde kullanılmıştır. O tarihlerde Hristiyanlar, kiliselerde toplanır ve mimarlar da kiliselerin içini güzelleştirmek için ellerinden geleni yaparlardı. Ayasofya bunun en parlak örneğidir.
Tarihin her dönemine damga vurmuş, dönemin imparatorları tarafından büyük önem arz eden Ayasofya; kilise, cami ve müze olarak kullanılmıştır. Geçirdiği depremler, kötü hava şartları, tanıklık ettiği savaşlar, isyanlar, doğal afetler ve çok fazla ziyaretçisisin olması Ayasofya’yı çok yormuş. Bu sebeple de restore edilmiştir. Kısaca tarihinden bahsedecek olursak, 1.Ayasofya ilk Bizans imparatoru Büyük Konstantin tarafından yapılmak istemiştir. Lakin kilisenin tamamlanmasına ömrü yetmemiş ve kiliseyi oğlu 2.Konstantin yaptırmıştır. Yapı, kubbeli bazilika ve merkezi plan tarzı birleştirilerek yapılmıştır. Yapıldığı tarihteki en büyük merkezi planlı bazilikadır. Çatısı ahşaptan olan kilise, çıkan bir isyanda yanıp kül olmuştur. Daha sonra 2.Ayasofya yapılmış onunda kaderi 1.Ayasofya ile aynı olmuştur. Ve son olarak VI. Yüzyılda Bizans imparatoru 1.Justinianus Ayasofya’yı yeniden inşa ettirmek istemiştir. İmparatorluğundaki en güzel ve en ihtişamlı yapıyı yapmak istediği söylenir. Bunun sebebi, imparatorluğun kudretini ve istikrarını yansıtmasını istemesidir.
Ayasofya, Başkentin ve İmparatorluğun Esas Kilisesi Olmadır
Bu sebepten ötürü en kısa zamanda projenin yapılıp tamamlanması gerekmektedir. O dönemin şartlarına göre çok kısa bir süre sayılabilecek beş yıl süren inşaatta on bin işçinin çalıştığı söylenir. 3.Ayasofyanın çatısı bu defa ahşap yerine daha dayanıklı olması açısından tuğla kullanılmıştır. 1.Justinianus projeye para yatırmakta tereddüt etmemiş, imparatorluğunun her köşesinden zanaatkârlar ve malzemeler getirtmiştir. Bu malzemeler başta Belkıs harabeleri, Aspendos, Efesus’ta Artemis Mabedi, Suriye’nin Balbek bölgesi olmak üzere Anadolu ve Suriye’nin diğer antik şehir kalıntılarından temin edilmiştir. Ayasofya’yı fizikçi Miletli İsidoros ve Trallesli matematikçi Anthemius yapmıştır. Ayasofya'da çok sayıda yapı malzemesi kullanılmıştır. Bunun başlıca sebebi Bizans’ın yönetimi altında olan ülkelerden getirdiği çeşitli malzemelerdir. Örneğin fil ayakları büyük kalker taşlarından yapılmıştır.
İç Mimarisi
Ayasofya’nın mermer zemini, parlak motifleriyle insanın hayal gücünü uyandıracak cinstendir. Duvarları, renkli çakıl taşları ya da küçük, boyalı mat cam parçalarıyla -kobalt oksitli cam ile- yapılmış resimler olan mozaiklerle süslenmiştir. Kobalt oksitli cam farklı açılardan ıslak alçı üzerine bastırılmıştır. Mozaikler eşsiz güzellikte olup içinde gezerken ışığı yansıtır, ışıldar ve parlak renkler saçar. Duvarlarda farklı ikonalar vardır. Figürler altın rengi ya da mavi bir arka planın üzerindedir. Figürlerin yüzlerinde daha koyu ve yoğunlaşmış bir ifade vardır.
Yapının içi, bir orta ve iki yan olmak üzere üç nefe ayrılmıştır. - Nef yatayda ya da düşeyde birbirlerinden sütun ya da kolonlarla ayrılan uzunlamasına bölümlere denmektedir.- Orta nefin üzerinde dört payenin taşıdığı büyük bir kubbe vardır. Bu kubbe tam olarak daire şeklinde değildir. 163 derecedir. Kubbenin çapı yaklaşık 31,7 metre, yüksekliği 55,6 metredir. Bu ölçülerle bu yapı Bizans'ın tarihindeki en büyük ölçekli kubbedir. Kubbe tuğla ve harçtan örtülmüştür. Kubbe hafif olsun ve havada asılıymış izlenimi versin ve depreme dayanıklı olsun diye Rodos toprağından tuğlalar kullanılmıştır. Bana sorarsanız bunun bir diğer sebebi, kubbe aracılığıyla mekanın içini daha yüksek ve ferah göstermektir. Ayasofya bütün olarak tam on iki tane güçlü paye üzerine oturtulmuştur. Dönemin koşullarına göre tam bir mühendislik ve mimarlık harikası olduğunu gözler önüne sermektedir. Payelerde kireç taşı ya da yeşil taş kullanılmıştır. Ana kubbenin doğu ve batısında bulunan iki yarım kubbe bulunur. Bu iki yarım kubbe arasında, merkezi kubbeyle örtülmüş ve uzunlamasına merkezi dikdörtgensel bir yapı ortaya çıkmaktadır. Ayasofya’nın iç ve dış olmak üzere iki narteksi, yani giriş koridoru vardır. Dış narteks herkese açık olan girişlerdir. Atriumun, doğu kanadını oluşturup üzeri kapalıdır. İç nartekse 5 kapıdan girilebilmektedir. İç narteksler ise, Hristiyanlara özgü olan giriş kısımlarıdır ve tavanları mozaiklerle kaplıdır. İç narteksten asıl mekâna girerken 9 kapıdan geçilir. Sonrasında karşımıza görkemli “İmparator Kapısı” karşılar bizi. Bu kapı meşe ağacından yapılmıştır. 6.yy Bizans’ından kalan kapıların çerçevesinde bronz, kapı kanatlarında işe tunç levha kullanılmıştır. Üzerine tapınak sembolü olan kutsal kâse yer almaktadır.
Ayasofya’daki sütun başlıklarının hepsi beyaz renktedir ve hemen hemen hepsi farklı stillerdedir. Beyaz mermerlerin Marmara Adası’ndan getirildiği söylenmektedir. Sütun, Bizans mimarisinde hem destek hem de iç mimaride dekoratif bir eleman olarak kullanılıyordu. Sütunlar ve taşlar da farkı bölgelerden getirilmiştir. Sütun başlıklarında Justinianus ve karısına ait monogromlar, yaprak şekilleri vardır.
MİNARE
Ayasofya’da 4 tane minare vardır. Restorasyon çalışmalarında bunlar aynı boya getirtilmiştir. Boyları yaklaşık 60 m olan minarelerden üçü taştan bir tanesi kırmızı tuğladan yapılmıştır. Bazilika planlı olduğundan Bizans döneminde hiç minaresi yoktu. İstanbul'un fethiyle camiye çevrilmesinin ardından, minareler eklenmiştir. Doğu cephesindeki minareler 15.yy’da batı çeperindekiler 16.yyda eklenmiştir. Minareler farklı zaman dilimlerinde eklendiğinden hepsi birbirinden farklıdır ve bence buda Ayasofya’yı diğer yapılardan farklı kılan başka güzel özelliklerindendir.
Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u fethiyle fethin sembolü hâline gelen Ayasofya, halk tarafından da benimsenmiş ve daha sonra camiye çevrilmiştir. Fetihten sonra mozaikler ince bir sıva ile kaplanmıştır. Kubbenin tepesinden haç çıkartılmış, çan indirilmiştir.
Ayasofya’ya kat eklenmesi sonucu daha sağlam olması ve depremlere daha dayanıklı hâle gelmesi için Mimar Sinan’a danışılmıştır. 2.Selim döneminde bitap düşen Ayasofya'ya Mimar Sinan dış istinat yapıları ekleyerek sağlamlaştırmıştır. Yapının Marmara cephesindeki kemerlerini de inşa etmiştir. Payandalar dışında kubbeleri de sağlamlaştırmıştır. Dışarıda boş bir alan bırakmak isteyen Sinan, caminin dışında dip dibe olan tüm binaları kaldırmıştır. Ayasofya cami olduktan sonra türbe, sübyan mektebi, imarethane, muvakkithane, medrese, minare, şadırvan, mihrap, minber eklenmiştir.
Biliyorum sözlerimi çok fazla uzattım. Ancak Ayasofya, ne kadar detaya inersem ineyim mutlaka söylemeyi unutacağım şeyler olan, gözle görülmesi gereken şahane bir yapıdır. Beyazıt ve Süleymaniye gibi camilere örnek olmuştur. Ünlü sanat tarihçisi Sedat Bornovalı, Ayasofya için “Bir sevgi, bir model, bir düşkünlük, bir timsal, bir merak, hayranlık, bazen hınç bazen şaşkınlık, bazen de itiraz, çokça efsane olarak kaldı.” demiştir. Gerçekten de öyledir; tarih boyunca Ayasofya tuvallere resmedilmiş, şiirlere ve destanlara konuk olmuştur. Nice insanların, insanlarımızın geçtiği bu yapı yaşayan bir tarih ve mimari harikasıdır. Mimarisi ile görkemini yüzyıllar boyunca sürdüreceğine yürekten inanıyor ve öyle umut ediyorum.
Sizin de bir gün Ayasofya'yı ziyaret etmeniz dileğiyle. İyi günler, sevgiyle kalın.
Şule Nur Toruç
Comments