"We are born of light. The seasons are felt through light. We only know the world as it is evoked by light."
Louis Kahn - Architect
Yaşamın evrimsel tarihinin tüm zamanlarında ışığa ve onun akışı yönlendirmesine ihtiyaç duyduk. İlkel zamanların en büyük rehberi gökyüzü iken, modern çağda atalarımıza ihanet edercesine yıldızları söndürüp fütursuzca yerine yapaylarını tasarladık. Son zamanlarda aydınlatma tasarımı daha bilinçli ve özverili çalışmalar öne sürülüyor olsa dahi öncesinde yapmış olduğumuz çarpık tasarımların önüne geçmek için bir çaba sarf etmediğimiz için her yıl ekolojik kimyanın deforme olmasına yönelik haberlerle karşı karşıya kalıyoruz. Bu haberlere verilebilecek en güncel örnek gökdelen aydınlatmalarının göç eden kuşlar üzerinde bıraktığı yaşamsal hasarlardır. Doğayı, doğal olan ışığı yön haritası olarak kullanan kuşlar yapay ışıklar yüzünden büyük bir yanılgıyla sert yüzeylere çarparak ölüyorlar.
Peki ışığı keşfederken ihtiyaçların yön verdiği bu fikir nasıl yeni yüzyılda canlılığın travmatik sancılarına dönüştü? Neden bu kadar fazla ışığa ihtiyaç duyuldu?
İşte burada insanoğlunun doyumsuzluk noktasına değinmek istiyorum. Çünkü bu olgu öyle uçsuz ki kendisi dışındaki gelişimini toksik bir metafora dönüştürerek zarar vermeye başlıyor. Bu zarar katlanarak önüne geçemediğimiz boyutlara ulaşıyor. Yapılan birçok araştırmada da gösterdiği gibi fazla ışığa maruz kalan insanların bilişsel ve fizyolojik deformasyona uğradığını söyleyebiliriz. “Kendi yarattığımızın ellerinde uyuşuyoruz” diyerek durumu özetlemek istiyorum. Kendimizi hapsettiğimiz, esasında görmediğimiz karanlığımız ve bu bakış açısına katkıda bulunan “Bortle Scale” isimli astronomik araştırmaya göz atmanızı tavsiye edeceğim. Böylece gökyüzünde neler kaçırdığımıza bakarak bunun anısına bir mum yakabiliriz.
Artık yıldızları unutmaya yönlendirilen zihinlerimiz için gökyüzü, üzerine bez atılan bir koltuk gibi toz tutuyor. Peki bu iki paralel çizgi arasındaki toz katmanını kaldırmak için çok mu geç kaldık? HAYIR. Aksine ışığı tasarlama konusundaki şansımız hataları düzeltmemizde de geçerlidir. Şöyle ki; kullanılmayan aydınlatma kaynaklarını pasif hale getirmek, gözü yormayan ve görme yetisine yetecek boyuttaki lüks değerleriyle ışığı tasarlamak tüm bu sorunları hafifletmemizde en kolay, uygulanabilir yöntemlerdir. Önce bireysel dünyamızda keşfettiğimiz varlığımıza karşı duyduğumuz koruma içgüdüsünü evrensel boyutlara taşımayı öğrenmeliyiz. En iyi tasarımları da yapsak sonuca vardığımız zaman bundan hiçbir yaratı zarar görmemelidir.
Işık, tüm hücrelerimize hayat veren su kadar değerlidir. Bakıldığında evrenin canlı yaşamına sunduğu alegorisidir. Bu dili doğru anlamak, onun doğalını bozmadan tasarımlarımıza yön vermek ekolojik değerlerimize sahip çıkmamızı kolaylaştıracaktır.
Biz fark etmiyor olsak bile ışık, içimizden süzülen görselimizdir. Dokunabilir, hissedebilir hatta onunla konuşabiliriz. Tüm bunların yanı sıra sanat dallarındaki kullanım biçimlerine de bakarak esasında ne kadar hassas bir konu olduğunun da farkına varmamız mümkün.
Kıymetli vaktinizi ayırdığınız için teşekkür ederim.
Fatmanur KÜÇÜKÇITRAZ
"Light is life!"
Motoko Ishii – Lighting Designer
Kommentare