Evet.. Hepimizin beton yığınlarında yüzdüğü, yeşil alanların hızla yok olmaya devam ettiği ciddi hastalıkların havada uçuştuğu ve mutsuzluğun virüs gibi yayıldığı bir çağda yaşıyoruz! Artık hemen hemen herkesin işten, okuldan, eve olan aşırı koşturmacalı bir yaşam rutini var. Kendimize yeterince vakit ayıramadığımız, zamanın nasıl geçtiğini anlayamadığımız belki de dinlenmeye vakit bulamadığımız bir bumerangın içinde yaşıyoruz. Bazılarımız işinden dolayı, bazılarımız okuduğu bölümden dolayı.. Şu an okumakta olduğunuz bu paragraf canınızı sıktıysa üzgünüm ama birçok insanın hayatının (ben de dahil) bu şekilde olduğunu ne yazık ki gözlemlemekteyim.
Eğer hayatımızın %89’u iç mekanlarda geçecekse, yukarıda bahsettiğim hayatlardan birini siz de yaşıyorsanız, bunun bir çözümü olmalı diye düşünüyorsunuzdur diye umuyorum. Tam da bu noktada devreye biyofilik tasarım giriyor.
Peki nedir bu Biyofilik Tasarım?
İlk önce biyofili kavramını inceleyelim. Biyofili(Biophilia) kelimesi aslen Yunanca’dan geliyor. Bio, hayat; philia, düşkünlük anlamında. Yaşam sevgisi ya da yaşayan sistemlere duyulan sevgi de denebilir. Daha sonra biyolog Edward Wilson, insanın doğal dünya ile binlerce yıllık bir bağlantısı olduğunu, bu bağlantının adının da sevgi olduğunu söylüyor. O zaman doğadan ayrı bir hayat düşünmemeliyiz öyle değil mi?
Peki, son zamanların modern mimarisinin gözdesi olan biyofilik tasarımın amacı nedir?
Çok basit! Doğa ile insanın ilişkisini artırmak. Aslında bu bir nevi olması gerekeni sağlamaktır bence. Çarpık, düzensiz ve artan kentleşmenin insanlar üzerindeki kötü etkisini ortadan tamamen kaldırmak mümkün olmasa da, bu tasarımı benimseyen içmimar veya mimarlar, tasarımına doğayı bilinçli olarak dahil ederler, çünkü doğadan uzak ve kopuk bir mekan işte ve okullarda verimliliği düşürürken, hastanelerde de insanların hızlı iyileşmesini engellemektedir. Biyofilik tasarımın ise bu yönde kanıtlanmış etkileri vardır. Örneğin doğa göz önüne alınarak tasarlanan iç mekânlarda çalışanların normal mekânlara göre daha istekli ve verimli çalıştığı, hastaların ağrı kesici kullanımında %22 azalma olduğu kanıtlanmış etkilerinden bazıları. Sanırım biyofilik tasarıma geleceğin tasarımlarından biri de diyebiliriz. Teknolojinin ucu bucağı olmadığına göre, kim bilir belki de gelecekte şehrin ortasında ofisimizde otururken sabah kahvemizin sütünü(mimar kahvesi sütlü mü olurmuş dediğinizi duyar gibiyim :D) taze taze alabileceğiz ya da yemeğimizi bahçeden yeni toplanmış malzemelerle yapabileceğiz. (Zira bu yazıyı ofisten yazıyorum ve birazdan öğle yemeğinde mecburen fast food yiyeceğim.)
Gel gelelim biyofilik tasarımın günümüzdeki iç mekan tasarımı, mobilya ve dekorasyon üzerindeki etkisine. Henüz hayatımıza uçuk etkileri olmasa da yaşam kalitemizi fazlasıyla artırdığını söyleyebiliriz. Mesela doğal ışık! Araştırmalara göre insanlar doğal ışıkta daha çok odaklanıp daha iyi verim alabiliyorlar. Yaşam alanlarını doğa ile bütünleşen unsurlar ile tamamlamak ise insana enerji veriyor ve motive ediyor.
Doğal havalandırma adına ise duvarlar ve küçük pencereler yerine zeminden tavana, büyük açıklıklı pencereler tercih ediliyor ve üstelik ışığı engellememesi adına güneşlik bile kullanılmıyor. Ee mahremiyet nasıl sağlanıyor diye soracak olursanız, bunun yerine tül veya yarı geçirgen stor perdeler kullanılıyor.
Mobilyada ve aksesuarda ise gösterişli parçalar yerine artık doğal ağacın az işlenmiş hali yoğunluklu olarak kullanılmakta. Aydınlatma elemanları, masalar, duvar veya tavan kaplama ögelerinde ahşap ön plana çıkıyor. Tabi birde bunları uygun iç mekan bitkileri ile tamamlarsanız, oh mis!
Doğa ile bir bütün olma işi yalnızca iç mekanlarla sınırlı değil tabi ki. Cephe tasarımlarında, peyzaj çalışmalarında dikey bahçe adı verilen yeşillikler ön plana çıkıyor. Biyofilik tasarım birlikte sadece doğayı korumakla kalmıyor, doğa ile bütünleşiyor.
Umarım bu tasarım ileride hak ettiği yere kavuşur. Doğayla birlikte, mutlu bir hayat geçirmemizi dilerim!
Kocaeli Üniversitesi İç Mimarlık 3. Sınıf Öğrencisi
Kardelen Çitak
Comments