Canlıların yaşadıkları ortamı benimsemesi içgüdüsel olarak normal karşılanan bir durumdur. Aidiyet bireyin fetüs evresinden itibaren hissettiği bir duygudur. Bir toplum içerisindeki bireylerin de benzer özellikler sergilemesinin en olağan sebebi olarak da hepsinin aynı ortak yaşam alanlarını paylaşması olduğunu belirtebiliriz. Basit bir şekilde ifade etmek gerekirse eğer aynı sınıf ortamını paylaşan insanların mizah seviyeleri 120 gün sonrasında aynı yönde şekillenmeye başlar. Aynı durumları komik, üzücü bulmaya başlarlar. Aynı öğretmenleri sevip aynı yemeği yemekten hoşlanırlar. Çünkü birey bunları yapmadığı taktirde toplumdan dışlanacağını düşünür.
Bu konuda James Q. Wilson ve George L. Kelling'in 'Kırık Camlar' teorisi bizlerin en büyük destek aldığı nokta olacaktır. Kırık Camlar Teorisi'nde düzenli bir ortama çöp atıldığı zaman o mekana çöp atmak artık eskisi kadar garip gelmeyecektir. Bu aynı sınavında rahat kopya çektiğimiz hocalara karşı suçluluk duygumuzun zayıf olması gibi bir şeydir.
İşte tam da bu noktaya dikkat çekmek istiyorum. Toplu alanların sayısının katlanarak arttığı günümüzde bulunduğumuz il veya ilçenin mekansal şekillenişi aslında bizlerin toplum kimliğimizi oluşturmada büyük ölçüde etkilemektedir. Peki bu mekanları tasarlayanlar kimlerdi? 🤔
Bazen girdiğimiz bir AVM içerisinde kaybolmak isteriz, bazen bir yürüyüş yolundan kaçarak uzaklaşmak... Bu emin olun sadece sizin o anki psikolojik durumunuz ile alakalı değil. Sizin gibi yüzlerce hatta binlerce insan da oralarda aynı duyguları paylaşmaktadır. Açıkçası bir projesinin tasarım aşamasında belki de en fazla üstünde durulması gereken durum bu olabilir. Uygulaması tamamlanmayan projenin içerisinde yaşamaya çalışmak.
Kırık Camlar Teorisini tekrar hatırlatmak istiyorum sizlere. Toplum içerisinde bir davranış yavaş yavaş normalleşmeye başlamasına hepimiz hakimiz. Peki o düzenli ortama ilk çöp atan insanı yönlendirmek konusunun üstünde durduk mu hiç? Bu insan neden oraya çöp atmak gibi bir eylemde bulundu? Muhtemelen yakın çevresinde bir çöp kutusu bulamamıştır. Şşş! Bu bizim hatamız dahi olsa yine de yapılmaması gerekirdi..
Bir proje hayata geçirilmeden önce defalarca kez içerisinde yaşamak gerektiğinin en büyük kanıtıdır aslında bunlar. Hatasız gibi görünen uygulamaların arasındaki ufak çatlaklar bir toplumun aynı yere düzenli olarak çöp atmasına sebep olabilir. Bu yüzden planlama evresinde bazen sadece kendimiz gibi düşünmek yeterli olmayacaktır.
İnsan yaratılışı gereği her zaman maneviyata ihtiyaç duymuş olan bir mahluktur. İlk insandan günümüze kadar toplumlar kendi içlerinde sürekli olarak mistik kavramlara yoğunlaşmıştır. Bu da günümüzde büyük toplumların neredeyse tüme yakınında bir inanç tercihi olmasının bir açıklamasıdır. Dünya üzerinde de en çok emek sarf edilmiş yapıların çoğu inanç temelli olarak inşa edilmiştir. Bu yapıların en güzel örneklerini görebileceğimiz şehirlerden birisi de tabii ki İstanbul'dur.
Sent Antuan Kilisesi'nden Ayasofya Camii'ne kadar kökenli inançların hemen hepsi adına paha biçilemez eserlere ev sahipliği yapmaktadır. Boğaz manzaralı bir şekilde cuma namazı kılmak mümkünken Galata Kulesi'ne karşı mum yakabilirsiniz. Her inanca ait o kadar fazla değer parçası bulunmaktadır ki o şehre gelen herkes kendisini İstanbul'a ait hisseder. Unutmamak gerekir ki: 'Herkese ait olan, hiç kimsenindir'.
Bizler de inşa ettiğimiz, planladığımız, uyguladığımız her projede İstanbul'u görmeliyiz aslında. Kullanıcılarını rahatlıkla tatmin edebilecek mekanlar hedeflemeliyiz. Canlı veya cansız fark etmeksizin her mahlukun tüketim yaptığı Dünya'da üretimi hedefleyen eserler bırakmalıyız geride. Kimi yapıyı hiçbir zaman bitirmeyerek, sürekli yenileyerek üretken hale getiririz. Kimisini de daima mahşere ait olduğunu düşünerek herkesten sakınırız.
Bütün bunları sağlarken büyük yapılar inşa etmek zorunda değiliz. Sadece büyük düşünmeliyiz. Büyük olanı hayal etmeli, sürekli onun peşinden gitmeliyiz. Bunun için de yapmamız gereken en önemli şey sevmemiz, değer vermemizdir. Her projemize adeta ilk projemiz gibi sarılmalı, son projemiz gibi özveri göstermeliyiz.
Ve en önemlisi bütün bunları sağlarken maddi değil manevi kaygılar gütmeliyiz. Yaşama karşı duyduğumuz hazzı mesleğimiz ile bütünleştirmeliyiz. Bizler hayatı 3 stant arasında renk seçimi yapmaktan ibaret insanlar değiliz. Her ne kadar günümüzde onlar kendilerini içmimar olarak tanımlasa da bizim için tekniker dahi olamayacak kişilerdir. O halde farkımızı ortaya koymak zorundayız.
Mükemmel olmak için yapmamız gereken ilk şey gerçekten inanmak.
İbrahim Emre PAK
Selçuk Üniversitesi
Comentarios